#05 İçerisi, Vuillard
Teşbihte hata olmaz; bana Édouard Vuillard, Fransız resminin Semih Şentürk’ü gibi gelir. Müzelerde hep uzatma dakikalarında oyuna sokulur ve ne yapar eder, kısa süre içinde oyuna karakterini kazandırıverir. İlk 11’de nadiren rol alır ama - Nasıl ya!: her bir tablosunun karşısında sizi ‘‘az önce bir şey oldu’’ şaşkınlığıyla bırakmayı bilir.
Sanatçı biyografisi olarak da Vuillard’ın denklemi üç aşağı beş yukarı sürprizsiz aktarılır: Paris’e çocuk yaşta taşınan küçük burjuva bir hayat, 15 yaşında babasız kalmak, hiç evlenmemek, kız kardeşle büyümek, evde başarılı bir terzilik işi yürüten anne, 61 yaşına kadar anneyle yaşamak, Académie Julian, sanat tüccarı, sanat tüccarının eşi, ménage à trois ve uzun yaz tatilleri. Vuillard, 1800’lerin sonunda bir Fransız ressam olarak üzerine düşeni yapar.

Vuillard’ın resimlerini muazzam kumaş betimlemelerinden tanırsınız. Bazen bir kostüm, bazen bir duvar kağıdı, bazen bir koltuk kumaşı. Işık öyle bir dağılır ki bu kumaş yüzeyinde; odanın hacmi, kaçıncı katta olduğu, günün saati, kumaşın deni, izlediğimiz tablonun neredeyse dünya üzerinde bulunduğu enlemi bu dağılımdan çıkıverir. ‘‘Vuillard’’, derler, ‘‘iç mekan resimleriyle özelleşir’’. Oysa onun resimlerini birer iç mekân kurulumu olarak değerlendirmek büyük haksızlıktır. Resminin konusu iç mekân değildir - resim, sizi içeri alır. Bir anda bir kostüm provasının içine düşüverirsiniz. Hararetli bir iskambil oyunun içine girersiniz. Veya ünlü moda evinin kurucusu Madame Lanvin’in karşısında bulursunuz kendinizi. Tuval nereyi gösteriyorsa orası içeridir artık; ister bir bahçe olsun, ister bir oturma odası, ister bir restoran. Çok da bulandırmaya gerek yok, Vuillard müthiş bir ifadeyle kendi resmini özetler: ’’Ben portre yapmıyorum, insanları evlerinde resmediyorum.’’
Bu ağızdan alelâde çıkmış bir söz değildir elbet. Resimleri birtakım mekan tasvirleri gibi görünür başta; ama aslında herkesin kendisiyle ilişkisini açığa çıkarır. Resmedilenin de, resmi izleyenin de. Kişileri, bulundukları mekânlar ile kurdukları ilişkiler üzerinden resmetmeyi başarır Vuillard. Çünkü bilir ki, içinde sıkça vakit geçirdiğimiz mekânlarla bir ilişki kurarız, bu ilişkiyle dışa açılırız. Ait hissediyorsak oraya bir de, bazı tuşlara daha net basarız. Daha kararlı sesler çıkarırız. Bazense aradan çekilir mekânlar; boşa düşeriz içlerinde. Bizi yalıtırlar, kendimizle ilişkinin koşulluluğunu gösterirler. Vuillard’ın ustalığı, bu açıklık halini nasıl yakalayacağını, tuvale nasıl aktaracağını ve kişiyle mekânı arasına nasıl girmeyeceğini çok iyi bilmesinden gelir. 61 yıl annesinin evinde bunun pratiğini yapmıştır ne de olsa. 500’den fazla tabloda aynı ev, aynı anne; ama bambaşka anlatılar böyle kuruluverir. Anne sanki ilk defa poz verir, biz sanki 3-4 yaşlarımıza döneriz, parmak ucumuza kalkıp evin içinde anneyi izleriz.
Vuillard’ın her tamamladığı tablo, gözlemcisi olduğu bu ilişkilenmenin içinde kendi varlığını yalıtabilmenin resmidir. Anne kuzusu. İlişkideki üçüncü. Kendi düzenini kuramamış bir hazır yiyen. Kim hikayeyi nasıl kurarsa kursun. Vuillard’ın her tablosu kendine ait, mekâna ve zamana ihtiyaç duymadan var olan düzeninin ilanıdır. Kendi zamanını aşmıştır. Evinin sınırlarından çıkmıştır. Şimdi Paris’tedir, Şikago’dadır, Londra’dadır, Sao Paolo’dadır ve daha nice koleksiyonlarda ötesine yayılır. Ve tablolarının önünde her durduğumuzda, bizi kendi dünyasının içerisine alır.