#03 Zeki Müren'in sırdaşları
Bazı tül perdeler var bu dünyada: uzun süre bakakalırsınız, varlıklarına akıl sır erdiremezsiniz… Mies van der Rohe tarafından tasarlanan Farnsworth Evi’nin cantuk kumaşından perdeleri bunlardan biridir; İhsan Bilgin’den saatlerce sıkılmadan dinleyebilirdiniz. Damien Hirst’ün ‘The Veil Paintings serisi yine bu kulübe üyedir; tersine bir yöntemi takip ederek maddeyi maddeyle, rengi renkle inceltir. İki boyutlu tuval bezi, ipliksi bir örtüye dönüşüverir ve sizi boyutlar arası bir ortamın içine alır. Esbjörn Svensson Trio’nun ‘Behind The Yashmak’ı da bu tüllerdendir; ardını görmek için 10 dakikaya yakın bir süre boyunca tırmanan merak, iç hesaplaşma, zihinde geçen tereddütler ve kapılınan ihtimallerin sonunda yaşmağın arkasındaki yüzü çizebileceğinize bahse girerim. Bu tüllerle aynı kumaştan olduğunu bildiğim bir eser daha var: Zeki Müren’in ‘Perdeler Sırdaştır’ deseni.

Ülkenin gelmiş geçmiş en büyük sanatçıları arasındaki yeri sarsılmaz olsa da, Zeki Müren’in desenleriyle ön planda olmaması beni bir nebze rahatsız ediyor. Evet, desenleri ve tasarımları dönem dönem sergiler ve kitaplarla gündeme geliyor; evet, Bodrum’daki evini ziyaret edenler bu eserleri görebiliyor; evet, bir ‘komple sanatçı’ olarak anıldığında müzik kariyerinin yanında şiir ve çizimlerinin de ne kadar başarılı olduğuna dikkat çekiliyor. Ve evet, halı tasarımları Milano Tasarım Fuarı’nda yer alıyor. Ancak hayatını görsel sanatlara vakfetmiş pek çok insanın erişemediğini başaran bu eserlere bakınca, bana saygıda kusur etmeyen bu konumlandırma yine de yeterli gelmiyor. Zeki Müren, farklı sanat dallarında olgunluğa ulaşmış çok yönlü bir sanatçı olmaktan öte, üretim yaptığı sanat dallarının her birinde tüm mecraları bir arada barındıran işler üretiyor. Desenlerinde süregelen şiir pratiğini de, müzikle kurduğu ilişkiyi de, kendi özgünlüğünü keşfetmiş ve damıtmış hikaye anlatıcılığını da aynı anda izleyebiliyoruz. Üst düzeye ulaşan bu oyunbaz soyutlama becerisi, görsel sanatlar tarihinde Zeki Müren’e, sahne sanatları kariyerine referans vermeye ihtiyaç duymadan alan tanımak için bence başlı başına bir sebep.

Müren’in Akademi’de, Süsleme Sanatları Bölümü’ndeki başarılı öğrencilik hayatı da göz önünde bulundurulduğunda bu eserlere ‘tekstil deseni’ olarak mı yaklaşmalı, ‘resim’ ya da ‘desen’ olarak mı? Yoksa ‘görsel sanatlar’ muğlaklığına mı sığınmalı? Bir sınıfa da aitler mi, bilmiyorum. Bir yandan endüstriyel olarak üretilebilir teknik arkaplanı içeriyor gibi duruyorlar, bir yandan da isimleriyle eşleştiklerinde hareketleniyorlar ve sahneledikleri hikayelerle biricikliklerini net bir şekilde ortaya koyuyorlar. Hem rasyonel hem masalsı, hem de hiç klişeliğe uğramadan.
Desen oluşturmak, belki de arka planındaki emeği en az gösteren tasarım dallarından biri. Bir örüntü oluşturacak birimi tasarlamak, bir yandan da birimler yan yana geldiğinde bütünü sıkıcılıktan ve monotonluktan korumak; tüm bunları sağlarken desenin tekrarlanabilirliği için mantığını kurmak kolay olmasa gerek. ‘Perdeler Sırdaştır’, bu teknik katmanlara sahip olmanın yanında ne monotonluğu - iki kelimelik ismiyle bile bizi merak içinde bırakıyor: Ne yaşandı o perdenin önünde? Biraz dikkatli baksak ipucu verir mi?
Resmin arka fonu siyaha boyanmış olsa da nedense her bakışta bu desen çok renkliymiş gibi geliyor. Yutan ve indirgeyen bir siyah değil de; sanki tüm renkleri barındıran ve yansıtan bir siyah boya mümkünmüş gibi. Siyah zemin, birlikte çerçevelendiği yansıtıcı camın da katkısıyla bazen kendi yansımanızı bile gösteriyor. Üzerindeki beyaz tül, ayrıştırdığı iki mekanın habercisi oluyor, tek bir yönlendirmeyle ilgimizi içeriye çeviriyor. Perde hangi sırrı tutuyor? İçeride neler oluyor? Sadece bir bölücü perde, bir ‘içeri’ tanımlıyor, bir de ‘dışarı’. İki tarafında da mekanlar var olduğunu hayal ettiriyor. Bakan gözü içeri kabul ediyor. Daha önce bulunduğunuz bir mekana girdiğiniz kesin, bu perdeye aşina olmalısınız. Hiçbir açık uca izin vermeyecek kadar tanımlı, artık belki biraz da nostaljik. Asılı olduğu camın genişliğini ve içeriye giren gün ışığının değerini bile söyleyebilirsiniz.
Ama perde yerinde durmuyor, içinde bulunduğumuz günün saatini değiştiriyor. Bazen kalabalıklaşıyor; perdenin deseni sizi gözetleyen büyük bir topluluğun gözleri gibi görünüyor. Bazen bir gece, gökyüzüne yayılan yıldızların haritası olduğunu ele veriyor. Bazense durgunlaşıyor ve tüm bunlar olup biterken izlediğimizin sadece perdenin kendisi olduğunu hatırlatıyor. Zeki Müren’in elinden çıkınca perde, ister istemez milyonlar önünde yaşanan bir hayatı da düşündürüyor. Perde nerede çekili? Sanat eserinin onu yapan kişiden yalıtık olmasına ne kadar izin var? Durun bir dakika, biz içeride miyiz, dışarıda mı? Bir bakmışız bizi kapının önüne koyuveriyor. Sırdaş perde hiç taviz vermiyor.